Ekonomi

Osel Hita Torres: Reenkarnasyon Hikayesi

Osel Hita Torres, Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama ile tanıştırılıp, Tibetli bir ruhani liderin reankarnasyonu olduğunu ilan edildiğinde, henüz yeni yürümeye başlamış bir bebekti.

Osel 1985’te, İspanyol hippi bir çiftin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Tibetli karizmatik Budist rahip Lama Yeshe ile İbiza’da tanıştıktan sonra Budist olan çift, Lama Yeshe’yi guruları (öğretici, pir) olarak kabul etti.

Lama Yeshe diğer rahiplerden farklıydı. Geleneksel olmayan ve eğlenceli tarzıyla, 1970’lerde Budizmi Batı dünyasında yayan ilk insanlardan biriydi.

Osel, o doğmadan bir yıl önce hayatını kaybeden Lama Yeshe ile hiç tanışamadı. Ama Yeshe, Osel’in yaşamını benzerine az rastlanır bir şekilde değiştirdi.

Tibet Budizminde, büyük ustaların, dünyada Budizmi yayma görevlerine devam edebilmek için, nerede ve kimin vücudunda reenkarne olabileceklerini (spiritüel inanışlara göre ruhun yeniden bedenlenmesi) seçebildiklerine inanılır.

Lama Yeshe’nin ölümünden sonra, baş müridi Lama Zopa, ustasının bir Batılı olarak yeniden Dünya’ya gelmekte olduğuna dair rüyalar görmeye başladı. Ve İspanya’da, 18 aylık olmasına rağmen alışılmadık şekilde sakin ve dingin olan Osel’i tanıdığında, ustasını yeniden bulduğuna inandı.

Bu kendi ağzından, Osel’in hikayesi…

1970’lerde Lama Yeshe ve baş müridi Lama Zopa İbiza’ya gitmiş ve ebeveynlerim de onlarla orada tanışmıştı.

Ziyaretleri sırasında anne ve babam Lama Yeshe’den çok etkilenerek, İspanya’nın güneyine taşınma ve buradaki Alpujarra Dağları’nda bir “inziva merkezi” açmaya karar vemişler. Daha sonra Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama’yı da buraya davet etmişler.

Dalai Lama geldiğinde, Tibet’e benzettiği bu bölgeden çok etkilenmiş ve buraya Tibetçe’de “temiz ışığın yeri” anlamına gelen O Sel Ling adını vermiş.

Ben de adımı buradan alıyorum. Bu ziyaretten birkaç yıl sonra dünyaya geldim ve ailem bana Osel adını verdi.

Ailemin “usta” olarak gördüğü Lama Yeshe ise ben doğmadan 11 ay önce ölmüştü.

Ben doğduğumda müritleri hali hazırda Lama Yeshe’nin reenkarne olduğu kişiyi arıyordu ve baş müridi Lama Zopa beni henüz 14 aylıkken gördüğünde, o kişi olabileceğimi düşünmüştü.

Birkaç ay sonra, sınava tabii tutulmak üzere Hindistan’a götürülmüşüm.

Yaptıkları ana testlerden biri; önüme çan, zil, tesbih gibi eşyalar koyup bunların içinden Lama Yeshe’ye ait olanları seçmemi istemeleriydi. Her seferinde, o nesneleri ilk görüşüm olmasına rağmen, doğru olanları seçtim.

Ayrıca daha önce görmediğim insanları ve yerleri de hatırlıyor ve tanıyordum.

Sonunda beni Dalai Lama’yla tanıştırdılar ve o benim Lama Yeshe’nin reenkarnasyonu olduğumu resmi olarak onayladı.

Bu ilan edildiğinde düzenlenen törene binlerce kişi katıldı.

Henüz sadece iki yaşındaydım. Bir tahta oturup yüzlerce rahip ve müridi kutsamak zorunda kaldım.

Sonra üç yıl süren bir tura çıkarıldım. Lama Yeshe’nin dünyanın dört bir yerinde kurduğu Budist Dharma merkezlerini ziyaret ettim.

Altı yaşıma bastığımda Hindistan’ın güneyinde Karnataka’daki Sera Jey manastırına götürüldüm ve orada Lama Yeshe gibi bir rahip olmak üzere eğitime başladım.

Tüm bu süreçte ailemden uzaktaydım. Bana rahipler bakıyordu ama bu insanlar hep değişiyordu.

Ebeveynlerimi çok az gördüğüm için onlarla çok güçlü bir duygusal bağım olmadığını hissediyordum.

Büyüyen isyan

Büyürken maruz kaldığım baskı katlanılamaz boyuttaydı. Buna bir çocuk olarak çok zor dayanıyordum.

Bazen diğer çocuklarla oyun oynamama izin veriliyordu ama Lama Yeshe’nin reenkarnasyonu olduğum için bana farklı davranıyorlardı. Diğer çocukların bana dokunmasını ya da bana, beni etkileyebilecekleri kadar yakınlaşmalarını istemiyorlardı.

Müzik, oyunlar ve televizyon konusunda da aynı baskılar geçerliydi. Tüm bunlar “dikkat dağıtıcı” kabul ediliyordu. Manastırdaki yaşam sadece eğitim ve meditasyondan ibaretti.

Manastıra gelip beni görmek isteyen çok fazla kişi oluyordu. Her gün yaklaşık 40 dakikamı bu ziyaretlere ayırıyordum. Bunlar o zamanlar dış dünyayla olan tek bağımdı.

Ziyaretçilerim bazen bana gizlice, manastırda yasak olan eşyalar getirirlerdi – Batı müziği kasetleri ve CD’leri gibi şeyler…

Bunlar arasında Tracy Chapman kasedi, Linkin Park, Limp Bizkit CD’leri ve ünlü İspanyol grup Estopa’nın plağı da vardı.

Bunları odamda ya da banyoda gizlice kulaklıkla – ki kulaklık da yasaklı eşyalar arasındaydı – dinlerdim. Bunları saklamak zorundaydım çünkü bulurlarsa elimden alırlardı.

Bu müzikleri anlamam biraz zaman aldı. Linkin Park’ı ilk dinlediğimde “Bu müzik değil, sadece gürültü” diye düşünmüştüm.

Ama yavaş yavaş şarkılardaki sözlere yakın hissetmeye başladım. Örneğin şarkılardaki “anlaşılmama” hissiyle özdeşlik kurabiliyordum. Ben de anlaşılmak, sadece olduğum kişi olarak sevilmek, tanınmak istiyordum.

Ama manastırdakilerin benim gerçekte kim olduğumu bilmek istemediklerini hissediyordum. Ailem de dahil herkes benden bana biçilen rolü oynamamı istiyordu.

Özgürlüğün tadı

Büyüdükçe isyankârlaştım ve manastıra daha da fazla kaçak eşya sokmaya başladım. 16 yaşıma geldiğimde iki bilgisayarım, bir boks torbam ve gitarım vardı. Bunlar bana dışarıdaki hayatın bir parçası olduğum hissini veriyordu.

Bir başkasının reenkarne hali olduğuna inanılan çok yakın bir arkadaşım vardı ve bu kaçak eşyaları onunla paylaşıyordum. Onda da Britney Spears’ın bir konserinden bir video vardı ve oradaki dansları taklit ediyorduk. Dans etmeye dair bu videodan başka bir referansımız yoktu, o yüzden bu videoyu bulduğumuzda çıldıracak gibi olduk. Videoyu bana bir haftalığına ödünç verdi ve sonra kendi aramızda bir dans yarışması yaptık. Çok komikti ve çok eğlenmiştik.

O yaşlarda Batılı eğitim almam gerektiğine ikna olmuştum.

Manastırdakilere “Ben bir Batılı olarak doğdum ve bunun bir nedeni olmalı. Sanıyorum ki Lama Yeshe Batılılarla daha derin bir düzlemde bağ kurmak, Batı psikolojisi ve yaşam tarzını anlamak istiyordu” dedim.

Onları iki aylığına İspanya’ya gidip burada bir lisedeki normal çocuklarla eğitim görmem ve ailemle kalmam için ikna ettim.

Oraya gittiğimde adımı, kimsenin kimliğimi öğrenmemesi için, Nicolas olarak değiştirdim.

Yaşadığım kültür şoku çok büyüktü.

Okulda beni şoke eden ilk şey, çocukların büyüklere karşı saygısızlıklarıydı. Tibet kültüründe aileler ve öğretmenler kutsaldır. Ailemiz bize hayat verir, öğretmenlerse bilgelik. Hatta üzerinde öğrenebileceğimiz herhangi bir şey yazılı bir kağıt bile kutsaldır.

Sosyal olarak da çok büyük bir değişimdi. Okuldaki ilk üç haftamda her gün zorbalığa maruz kaldım. Ama umursamadım. Aslında mutluydum çünkü diğer çocukları güldürdüğümü düşünüyordum. Zorbalığın ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Sadece insanlarla ilişkide olduğumdan ötürü mutluydum.

Zamanla diğer çocuklar beni sevmeye başladılar çünkü rol yapmadığımı, samimi olduğumu anladılar. Çok saf, çok zararsızdım.

O iki ayda birçok şeyi ilk kez denedim.

İlk keşiflerimden biri motosikletlerdi. Benim için bu tam bir özgürlüktü. Adada istediğim her yere, kendi başıma gidebiliyordum.

Bir kızı da ilk kez o zaman öptüm, muhteşemdi. Arkadaşımdı ve onu öptüğümde cennetteymişim gibi hissettim. İki hafta boyunca mutluluktan uçtum.

Dönüm noktası

İspanya’da ailemle geçirdiğim o süre bana manastır eğitiminin beni ne kadar narsisist ve kendi odaklı birine dönüştürdüğünü görme fırsatı verdi.

Kardeşlerim benimle vakit geçirmek istemiyordu. Birbirlerine çok bağlılardı ama ben bundan bir pay alamıyordum. Bu beni derinden etkiledi.

Gerçek kendimi bulmam ve diğer insanlarla ilişki kurabilmeyi öğrenmem gerekiyordu.

İbiza’dan geri döndüğümde, manastırda sonsuza kadar kalmayacağıma çoktan karar vermiştim.

Kendi kendime “18 yaşıma girdiğimde kimse beni durduramaz. O zaman özgür olacağım” dedim.

18. yaş günüm için yeniden İspanya’ya gitme izni istedim ve kabul ettiler.

Ve 18 yaşıma girdiğimde artık yasal olarak reşittim. Onlara geri dönmeyeceğimi söyledim.

Çok hayal kırıklığına uğradılar. Sonraki bir yıl, geri dönmem için baskı yapan birçok mektup aldım.

Bu başa çıkılması zor bir duyguydu çünkü insanların mutlu olmasını istiyordum. Ama tüm bu süreçte fark ettiğim şeylerden biri de diğer insanların mutluluğunun sorumluluğunun bende olmadığıydı.

Bu yüzden kendime şöyle dedim: hayat benim hayatım, kendi hayatımı yaşamalıyım ve bu benim hakkım.

Radikal değişim

Manastırı tamamen terk etmek çok büyük bir şoktu. Gerçek hayata dair hiçbir şey bilmiyordum.

Daha önce hiç çıplak bir kadın görmemiştim. Bu yüzden İbiza’daki ilk günlerimden birinde annem beni nüdist plajına (çıplaklar plajı) götürmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüştü.

Beni yarım saatliğine plaja bıraktı. Tam olarak şoktaydım, ne yapacağımı bilmiyordum. Soyunamazdım, çıplaklığa dair çok dar görüşlü olan bir kültürden geliyordum. Nereye bakacağımı bilemiyordum, bu yüzden hep yere baktım. Çok rahatsız olmuştum.

Sonra annem o akşam beni bir gece kulübüne götürdü. Giriş ücretimi ödedi ve içeriye kendi başıma girmeme izin verdi.

Çok gürültülüydü ve o kadar kalabalıktı ki hareket edemiyordum. 2003 yılıydı ve insanlar içeride sigara içiyordu. Nefes alamadım.

Havalı görünmek için alkol aldım, bir yudum içtim ve neredeyse ölüyordum. Kabus gibiydi.

Sonunda eve geri döndüğümde anneme beni bir daha nüdist plaja ya da bir kulübe götürmemesini söyledim.

Ama yavaş yavaş oradaki yaşam tarzına adapte olmaya başladım. Bir süre sonra partilere daha çok gitmeye başladım, parti organizatörleriyle tanıştım ve İbiza’da kendi trans (müzik) partilerimi düzenlemeye başladım. Biraz yaramaz, “haylaz” bir çocuk olmuştum.

O dönemde Budist toplulukla hâlâ iletişimdeydim ama kendi yolumu bulmak için çok da yakın olmak istemiyordum. Kendi karakterimi bulmalıydım, kim olduğumu bilmiyordum.

Sonrasında, önce Kanada’da sonra da Madrid’de sinema okudum. Bundan sonraki 10 yıl birçok macera yaşadım. Seyahat ettim, birçok insanla tanıştım, çılgınca şeyler yaptım. Hatta bir süre sokaklarda bile yaşadım.

Çok şanslıydım çünkü insanlar bana hep çok kibar davrandı. Ama yine de kendimi çok tehlikeli durumlara soktuğum da oldu.

Aşık oldum ve 32 yaşımda baba oldum. Baba olmayı çok sevdim. Şahsen baba olarak oğluma farklı bir şeyler, benim sahip olduklarımdan daha iyisini sunabilmek, onunla sağlıklı bir ilişkimin olması çok önemli.

Şanslıyım ki oğlum çok mutlu ve uyumlu bir çocuk.

Uzun yıllar boyunca Lama Yeshe’nin reenkarnasyonu olduğuma inanmadım. Kitaplarını okumaktan ya da öğretilerini izlemekten kaçındım çünkü gerçek kişiliğimi bulmak istiyordum.

Ama sonunda onun otobiyografisini alıp derinlemesine incelediğimde şok oldum çünkü kendimi onunla özdeşleştirebileceğim çok şey buldum.

Şüpheyle geçen uzun yıllar sonunda, bugün ikimizin arasında kesintisiz zihinsel bir akış olduğunu görüyorum.

Şimdi kendi kendimi eğitmeye devam ediyorum. Dünyanın dört bir yanındaki Dharma merkezlerine konuşmalar veriyorum, inzivalar düzenliyorum. Ama bu kez bunu kendim olarak yapıyorum, artık kim olduğumu biliyorum.

Bu makale BBC Dünya Servisi radyosunun Outlook programından yazıya dökülmüştür. Programı BBC Sounds uygulaması üzerinden dinleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu